Loading...

II. abdulhamid


                                     En çok tartışılan Osmanlı padişahı
             O kimilerine göre 'Kızıl Sultan' kimilerine göre ise 'Ulu Hakan'... Peki 33 yıl Osmanlı'yı yöneten hükümdar nasıl biridir?
             ikinci Abdülhamid'i kimileri Kızıl Sultan diye aşağılarken kimileri de Ulu Hakan diyerek göklere çıkarırlar. Bu yüzden, İkinci Abdülhamid, en çok hakkı yenmiş ve en az anlaşılmış Türk hükümdarıdır. En çok tartışılan Osmanlı padişahı İkinci Abbülhamid'in 33 yıllık hükümdarlık yılları tarihimizin en önemli dönemlerinden biridir. Türk tarihindeki en önemli örgüt olan İttihat ve Terakki bu dönemde kurulurken, hâlâ gündemimizden düşmeyen Ermeni meselesi ve Musul petrolleri meselesi de sultanın hükümdarlığında ortaya çıktı. Modernleşme tarihimizin en önemli adımlar sultan Abdülhamid döneminde atıldı.
                                        BİR HÜKÜMDAR YETİŞİYOR
             Sultan İkinci Abdülhamid21 Eylül 1842'de doğdu. Babası Tanzimat Fermanı'nı ilân eden Sultan Abdülmecid (1839-1861), annesi ise Tir-i Müjgan Kadın Efendi'dir. İkinci Abdülhamid 11 yaşındayken annesini, 19 yaşındayken de babası Sultan Abdülmecid'i kaybetti. Amcası Sultan Abdülaziz'in (1861- 1876) hükümdarlık yıllarında Maslak'taki köşkü, Tarabya'daki yazlığı ve Kağıthane'deki çiftliği arasında, ailesiyle beraber kendi hâlinde bir hayat yaşadı. Şehzadeliği döneminde, 1864'te Sultan Abdülaziz'in Mısır'a yaptığı seyahate, 1867'de de Fransa, İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya- Macaristan'ı içine alan Avrupa seyahatine katıldı. Sultan Abdülhamid, bu seyahatte Batılılar'ın hayat tarzını, gelenek ve göreneklerini, protokol yöntemlerini bütün ayrıntılarıyla görme fırsatı bulmuş, dünyanın en ileri tekniklerini, buluşlarını yerinde görmüş, Avrupa'nın hangi düzeye vardığını anlamıştı. Sultan Abdülaziz'in son yıllarında ortaya çıkan gelişmeler, ülkenin kaderini derinden etkilediği gibi, Abdülhamid'in geleceğinin şekillenmesinde de önemli rol oynadı.
              Bir darbeyle 30 Mayıs 1876'da Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek, öteden beri tahta geçmek için Meşrutiyetçilerle işbirliği içerisinde olan Beşinci Murad padişah yapıldı. Ancak Beşinci Murad son dönemde yaşanan gelişmelerden olumsuz etkilenip, rahatsızlanmıştı. Meşrutiyet taraftarları, Beşinci Murad'ın hastalıklı hâliyle amaçlarına ulaşamayacaklarının farkındaydılar. Bu yüzden veliaht Abdülhamid'le Meşrutiyet'in ilânı hususunda anlaşıp, 31 Ağustos 1876'da tahta çıkardılar. İkinci Abdülhamid, tahta çıkar çıkmaz büyük meselelerle karşılaştı. Balkanlar'da istediği tavizleri alamayan Rusya, 24 Nisan 1877'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etti. Savaş büyük bir hezimetle sona erdi. Sultan Abdülhamid, savaşın sonunda meydana gelen gelişmeler üzerine 13 Şubat 1878'te Meclis'i süresiz tatil etti. Ancak anayasayı yürürlükten kaldırmamıştı.           
                                                   DEVLET YILDIZ'DAN YÖNETİLİYOR
               İkinci Abdülhamid'in Meclis'i kapatması, daha sonra girişeceği, iktidarı Bâbıâli'nin, yani hükümetin elinden alarak Saray'a taşıma hamlelerinin ilkini teşkil etmekteydi. İkinci Abdülhamid yavaş yavaş Saray'ın hakimiyetini arttırdı. İkinci Abdülhamid hükümeti devreden çıkartıp, Bâbıâli'de yapılması gereken işleri Saray'a aktarınca, buradaki bürokratik işlemler eskiye oranla çok arttı ve Saray bürokrasisi Bâbıâli'nin yerini aldı. Sultan Abdülhamid'in, padişah olduktan sonra Dolmabahçe Sarayı yerine Yıldız'da ikamet etmeyi tercih etmişti. Sultan, padişahlığının ilk yılları hariç, Yıldız Sarayı'ndan fazla ayrılmadı. İkinci Abdülhamid, hükümdarlık yıllarında dış politikada ustaca bir siyaset güderek Osmanlı Devleti'ni ayakta tutmaya çalıştı. Bunun için Avrupalı büyük güçlere karşı, sonradan büyük devletler arasına katılan Almanya'ya yakınlaşıp, çok sayıda Müslüman sömürgeye sahip olan Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletlere karşı da İslâmcılığı bir tehdit unsuru olarak kullandı. İkinci Abdülhamid, padişahlığı döneminde büyük devletler arasındaki rekabeti sürekli körükleyen, tarafsız, bağımsız, çoğu zaman barışçı, bazen tavizkâr fakat yeri geldiğinde de tehditkâr bir dış politika anlayışı izledi.
                                                MODERNLEŞMENİN MİMARI
                İkinci Abdülhamid, hükümdarlık döneminde Tanzimat Fermanı'yla başlayan modernleşme sürecini devam ettirdi. Tanzimat reformlarının öngördüğü modernleşmeye sıkı sıkıya bağlı kaldı. Günümüzde varlığını devam ettiren birçok kurum İkinci Abdülhamid döneminde kurulmuştur. Sultan, modernleşmenin en önemli unsuru olarak eğitimi görüyordu. Bu yüzden döneminde ülkedeki modern eğitim veren okulların sayısı bir hayli artırdı. Eğitim yanında, maliye, ulaşım, haberleşme, sağlık, sanayi ve ticaret, ziraat, hayır kurumları vesaire gibi konularda önemli atılımların yapıp, birçok kurumu oluşturdu. Sultan Abdülhamid zamanında her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, yapıldı. Eğitimin ülke geneline yayılması İkinci Abdülhamid döneminde oldu.
                                                SÜRGÜN VE GÖZALTI
                 İkinci Abdülhamid'in hükümdarlığının son yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin faaliyetleri arttı. Bunun üzerine, uzun süren mücadeleli bir saltanat döneminden sonra, manen ve ruhen yorgun düşen İkinci Abdülhamid, "Suyun akışına gideceğim" diyerek 23 Temmuz 1908'de, Meclis'in tekrar açılmasına izin verdi. 13 Nisan 1909'da 31 Mart Vakası meydana geldi. İstanbul'da çıkan isyan Rumeli'den gelen Hareket Ordusu tarafından bastırıldı. Aslında isyan çıkmasından hiç sorumlu olmadığı halde, Yeşilköy'de toplanan Meclis, 27 Nisan 1909'da İkinci Abdülhamid'in tahttan indirilip, Beşinci Mehmed Reşad'ın padişah yapılması kararını aldı. Sultan Abdülhamid, tahttan indirildikten sonra Selânik'e gönderilerek Alâtini köşkünde göz hapsinde tutuldu. 1912'de Balkan Savaşı'nın çıkınca İstanbul'a getirilerek, Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirildi. Beylerbeyi Sarayı'ndaki gözaltı süresi devam ederken, 10 Şubat 1918'de hayatını kaybetti. Divanyolu'ndaki Sultan Mahmud türbesine, dedesi Sultan İkinci Mahmud ve amcası Sultan Abdülaziz'in yanlarına defnedildi. Cenazeye çok büyük bir kalabalık katılmış ve derin bir teessür içinde olan halk "bizi bırakıp nereye gidiyorsun" diye hıçkırıklarla Sultan Abdülhamid'ison yolculuğuna uğurlamıştı. 
                                                BİR KARIŞ TOPRAK
                Abdülhamid taraftarları İkinci Abdülhamid döneminde bir karış toprak kaybedilmediği söylerler. Karşıtları ise imparatorluk döneminde en büyük kayıpların Sultan Hamid'in döneminde olduğunu ifade ederler. Aslında her iki görüş de doğru değildir. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonrasında Balkanlar'da ve Doğu Anadolu'da toprak kaybedilmiş, 1881'de Tunus Fransızlar, 1882'de Mısır İngilizler tarafından işgal edilmiş, Kıbrıs İngiltere'ye, Doğu Rumeli vilayeti Bulgaristan'a bırakılmıştı. Ancak bu toprak kayıplarının İkinci Abdülhamid'in saltanatının ilk yıllarında olduğuna dikkat edilmelidir. İkinci Abdülhamid, devlet idaresine hakim olduktan sonra dikkatli bir dış politika izleyerek fazla bir kayıp vermemeye çalıştı.
                 Sultan, 19. yüzyılda hiçbir devletin sadece kendi gücüne dayanarak politika oluşturmadığı, aralarında ittifaklar yapmak suretiyle daha güçlü olmaya çabaladıklarının farkındaydı. Bu yüzden devletler arasındaki dengeleri kollayarak politika üretti. Bu uğurda zaman zaman tavizler vermek zorunda kaldığı anlar da oldu. Ama bu durum hiçbir zaman devletin aciz durumlara düşürülmesi pahasına gerçekleşmedi. İkinci Abdülhamid Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesine, Filistin'e Yahudilerin yerleşmesine sürekli karşı çıkmış, kutsal toprakların, petrol bölgelerinin elde tutulmasına azami gayret göstermiş, bu alanlarda en ufak bir tavize yanaşmamıştı.

Birinci Meşrutiyet

Ana madde: Birinci Meşrutiyet
Meclis-i Mebusan'ın açılışı, 1876

Abdülhamid tahta çıktığında Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusyası Osmanlılara bir ültimatom vermişti. Büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’da Tersane Konferansı'nı toplayarak Balkan sorununu tartıştıkları ve Osmanlı Devletinden reformlar yapmasını istedikleri sırada, II. Abdülhamid siyasal bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi (anayasa) ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu.

Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisten meydana gelen parlamento oluşmuş oldu.

93 Harbi

Ana madde: 93 Harbi

Rusya'nın Balkanlarda ıslahat için verdiği tekliflerin 10 Nisan 1877'de İbrahim Ethem Paşa hükümeti tarafından reddi üzerine "93 Harbi" olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı çıktı. Osmanlı kamuoyunun zafer bekleyerek girdiği savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi ağır yenilgiye uğratarak, doğuda Erzurum'u, batıda ise Bulgaristan'ın tamamı ile İstanbul surlarına kadar Trakya'yı işgal ettiler. Mebusan Meclisinde hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid meclisi 18 Şubat 1878’de süresiz olarak kapattı. Meşrutiyet rejimine son vererek, yönetime tek başına egemen oldu.

Osmanlı-Rus Savaşı, 3 Mart 1878'de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos (Yeşilköy)'de karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devletinin fiilen Rusya'nın egemenliğine girmesini öngören bu antlaşmaya, Rusya'nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan öbür Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz 1878’de Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya'nın toprak kazanımları geri alındıysa da, Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verildi, Bulgaristan’da da Almanya ve Avusturya himayesinde özerk bir prenslik oluşturuldu.

Ayastefanos Antlaşması

Ana madde: Ayastefanos Antlaşması
Ayastefanos Antlaşmasının imzalandığı konak

II. Abdülhamid'in karşı olmasına rağmen Midhat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen Osmanlı-Rus savaşı, Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Rus orduları başkomutanı Grandük Nikolay Nikolayeviç, barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti ve 3 Mart 1878’de İstanbul'un Yeşilköy semtinde ağır koşullar içeren bu antlaşma imzalandı. Buna göre;

  1. Osmanlı Devleti'ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak.
  2. Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
  3. Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
  4. Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya'ya verilecek.
  5. Teselya Yunanistan'a bırakılacak.
  6. Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak.
  7. Osmanlı Devleti Rusya'ya 300 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.

Toprakları elde tutma dönemi 

Berlin Kongresi Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla, Osmanlı Devleti'nden bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir dizi reform yapmasını talep etti. Abdülhamid yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı. 1887'de Maraş'a bağlı Zeytun'da, 1891'de ise Siirt'e yakın Sason'da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. 1895'te bu olayların ülke çapında bir ihtilale dönüşmesi olasılığının doğması ve İstanbul'da Ermeni örgütlerinin Kumkapı'da Batı kamuoyunu etkilemeye yönelik bir ayaklanma düzenlemesi üzerine Kâmil Paşa hükümeti tarafından Anadolu'da Ermeni topluluklarına yönelik sert bastırma tedbirleri alındı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi. Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde örgütlendi.

1895 yazında tüm Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Batı kamuoyunda genellikle "Ermeni katliamı" olarak değerlendirildi; liberal Avrupa basınında Abdülhamid aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılmasına sebep oldu. Fransız Akademisi üyesi tarihçi Albert Vandal, ilk defa Abdülhamid hakkında Le Sultan Rouge (Kızıl Sultan) lakabını kullandı.

1897 yılında, Girit'in Yunanistan'a ilhakını isteyen Yunan hükümetinin Tesalya sınırında ihlallere girişmesi üzerine Osmanlı-Yunan Savaşı çıktı. 15-17 Mayıs tarihinde Dömeke'de yapılan muharebede Yunan ordusu kesin bir yenilgiye uğradı. Avrupa devletlerinin müdahalesi ile mütareke yapıldı. Osmanlı lehine Tesalya sınırındaki bazı küçük değişiklikler dışında savaştan önceki sınırlara dönüldü. Yunanistan Osmanlı Devleti'ne 4 milyon lira savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Buna karşılık Girit'e özerlik verildi.

İttihatçılar tarafından Abdülhamid dönemine "İstibdat Dönemi" (devr-i istibdâd) adı verilir.

Sıkıyönetim dönemi

II. Abdülhamid Meclis'i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurdu. 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurdu[3]. Çok sayıda hafiye'den oluşan bu örgütün amacı Abdülhamid'in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamid'e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamid yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, zaman zaman sıradan insanların veya aydınların hapse atılmalarına veya sürgüne gönderilmelerine neden oluyorlardı.[kaynak belirtilmeli]

Abdülhamid'in sıkıyönetim dönemi bazı uzmanlarca Osmanlı Devleti'nin ömrünü 30-40 yıl daha uzatmış olduğu ileri sürülmüştür:

  • Düvel-i Muazzama'nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istediği öne sürülmüştür.
  • İcrayı baskı altında tutan bir meclis vardı.
  • Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak, üyesi olduğu bağımsız devletler kararı çıkarmak için uğraşmaktaydılar. Girit, Teselya ve Yanya'nın Yunanistan'a bırakılması gerektiğini ifade eden vekiller çıkmıştır.
  • 240 üyeden sadece 60-70 kadarının Türk asıllı olduğu düşünülürse, gayrimüslimlerin bu meclis üzerindeki etkileri daha iyi anlaşılabilir.

II. Abdülhamid, 13 Şubat 1878'de Meclisi feshetti.

Durumdan rahatsız olan İngiltere, V. Murat'ı Padişah, Mithat Paşa'yı sadrazambaşbakan yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi 'yi tahrik ederek tarihe Çırağan Baskını olarak geçen başarısız darbeyi yaşattı. 23 ihtilâlcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamid'in hafiyye denilen gizli teşkilâtını kurarak daha sıkı idareyi ele almasına mecbur etti.

 

İkinci Meşrutiyet 

Ana madde: İkinci Meşrutiyet

Abdülhamid’in örfi yönetimine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889'da İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. 1908'de İttihat ve Terakki yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandılar. Bunun üzerine, Abdülhamid 24 Temmuz 1908'de anayasayı kardeş kanı dökülmesin diye yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis 17 Aralık 1908’de açıldı.

Artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakki karşıtlarının kışkırtmaları sonucunda, 13 Nisan 1909’da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu ayaklanma 31 Mart Olayı olarak bilinir. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu 23/24 Nisan gecesi İstanbul'a girerek ayaklanmayı bastırdı.

İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükümetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya savaşlarına girdi. Üç savaşta da yenilgiyle ve toprak kayıplarıyla çıktı. I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918’de parlamentoyu kapattı.

31 Mart Ayaklanması ve tahtan indirilişi 

Ana madde: 31 Mart Ayaklanması

12 Nisan13 Nisan'a bağlayan gece, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükümet üyeleri tek tek istifa etti.

Abdülhamid, olayların başlama sebebini hatıratında şu şekilde anlatır:

Vekâyi'ın(olayların) ve acemi bir idârenin hergün bir sûretle izhâr ettiği mevâdd-ı müşte-ıle(tahrik edici hususlar) elbette infilâk edecekti. Hatta 31 Mart'a kadar te'hîri bile şâyân-ı hayrettir. Hiçbir kimseye hesap vermek mecburiyetinde bulunmadığım bir zamanda, ma'a'l-kasem(yemin ederek) te'mîn ederim ki ben bir fenalık olmamasına elimden geldiği kadar çalıştım. Tehlikenin te'ehur-i vuku'unda(gerçekleşmesinin gecikmesinde) bu mesâ'î-i hayır-hâhânenin dahli bulunduğunu zannederim.[4]


Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul'dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamid yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.

İstanbul'da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik'teki 3. Ordu'yu harekete geçirdi.Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu.Ayaklanmacılar 23 Nisan24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusu'na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusu'nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.

Alatini Köşkü (Selanik, sürgün edilen Abdülhamid'in kaldığı köşk)

Diğer bir iddiaya göre 31 Mart ayaklanmasını İttihat Terakki, İngiltere ve Abdulhamid'e Filistin nedeniyle husumet besleyen Mason teşkilatları tertip ederek Abdulhamid'i tahttan indirmeyi amaçlamışlardır. Nitekim Abdulhamid'in tahttan inmesiyle Yahudiler Filistin'de toprak satın alma izni almışlardır. İttihad Terakki ise hiçbir etkisi olmayan padişah Vahidettin sayesinde yönetime tamamen hakim olmuştur. Abdulhamid'ten sonra imparatorluk hızlı bir parçalanma sürecine giderek İngiltere de istediğini elde etmiş oldu.[5]

Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri divanıharpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan'ın 27 Nisan'da II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed'in geçirilmesini kararlaştırmasıydı.Ayrıca II. Abdülhamid'in İstanbul'da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik'te oturması uygun görüldü. Divanıharp II. Abdülhamid'i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.

Abdülhamid, Selanik'ten gelen Hareket ordusuna karşı herhangi bir direniş göstermedi. Kendi hatıratında bunu kardeş kanı dökülmesin diye yaptığını yazar. Oysa Osmanlı Paşaları bu toplama orduyu rahatlıkla geri püskürtebileceklerini padişaha arz etmişlerdi. [6]

Adı 

II. Abdülhamid'in ismi Latin harfli Türkçe metinlerde Abdülhamit, Abdülhamid, Abdulhamit, Abdulhamid gibi değişik imlalar ile yazılır. Türk Dil Kurumu, günümüzde Abdülhamit şeklindeki yazımı benimsemiştir.[7]

Şahsiyeti 

Fiziksel görünümü ve kişiliği

II. Abdülhamid, 1867'de amcası Sultan Abdülaziz'in Avrupa seyahati sırasında İngiltere Balmoral'da iken

Sultan Abdülhamid uzunca boylu, esmerce tenli, uzunca burunlu, ela gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Zeka ve hafızasının güçlü olduğu, açık bir tarzda konuştuğu, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlediği söylenir.[8]

Sultan Abdülhamid oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:

Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur'ân-ı Kerîm okurdu.Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii'nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı.Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus"i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: "Din ve fen," derdi. "Bu ikisine de itikat etmek caiz" olduğunu söylerdi.
 

[9]

Sultan Abdülhamid çalışkan bir padişahtı. Günde muntazam 15-16 saat çalıştığı söylenmektedir.[10] Çalışma saatleri dışında hobi olarak marangozlukla uğraştı. Gençliğinde binicilik, yüzme, atıcılık, güreş gibi sporlar yaptı. Tiyatro ve operaya ilgi duyardı. Yıldız Sarayı'nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususi olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi. En sevdiği piyeslerden birisi, ünlü Alman şairi Friedrich Schiller'in Haydutlar adlı eseriydi. La Traviata, Aida, Carmen, Faust, Manon en sevdiği operalardandı.[11]

Kitap kolleksiyonu 

Abdülhamid matbaa ve yayın işlerine çok meraklıydı. Modern matbaa makinelerini Türkiye'ye getirtip kaliteli divan eserleri bastırdı. Mesela Cem Sultan Divanı'nı bastırıp bazı nüshalarını İngiltere'ye, Almanya'ya ve Amerika'ya göndertti.[12]

Abdülhamid dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı. Abdülhamid'in 2 ile 5 bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu vardı, bunların birçoğu Yıldız yağması sırasında ortadan kayboldu. Sherlock Holmes'un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıcaya tercüme ettirmişti.[13]

Abdülhamid Yıldız Sarayında çok büyük bir kütüphane kurdurtmuştu. Bu kütüphane 4 bölümden oluşmaktaydı:

  1. Yabancı dillerde Türkiye ile ilgili yazılmış eserler: Bunların içerisinde elyazması pek çok kitap vardır. Bunlar özel olarak tercüme ettirilerek telif hakkı ödenmiş kitaplardır. Dolayısıyla bunları basmak ve dağıtmak yasaktı. Tek nüshadırlar.
  2. Gazeteler: Kütüphane, Avrupa'da çıkan bütün önemli gazetelere aboneydi. Dolayısıyla son derece zengin bir süreli yayın koleksiyonu mevcuttu.
  3. Roman ve hikâyeler: 6.000 kadar kitap özel olarak saray için çevrilmişti. Bu romanlar haremde de okunur ve elden ele gezer, sonra kütüphaneye teslim edilirdi. Mesela Carmen Silva'nın bütün eserleri mevcuttu. Kütüphanenin bir de Arapça ve Farsça eserleri içeren kısmı vardı ama bu kısım diğerlerine nazaran fakirdi.
  4. Coğrafya ve seyahatnameler: Yıldız Sarayına kapanmış bir hayat süren Abdülhamid'in dünyayı bu eserler sayesinde tanıdığı ve takip ettiği söylenir.[14]

Hakkındaki görüşler

Özellikle Ermeni isyanını bastırırken kullandığı sert tedbirler nedeniyle batılı tarihçiler ve muhalifleri arasında "kızıl sultan" adıyla bilinir.[15] Öte yandan, taraftarları onu "ulu hakan" gibi yüceltici lakaplarla anarlar. Abdülhamid, baskıcı rejimi, azınlıklara karşı uyguladığı sert siyaset ve muhafazakârlığı nedeniyle, günümüzde hâlâ onu destekleyen genellikle sağ siyasi çevreler ile eleştiren sol çevreler arasında bir tartışma odağı olmaya devam etmektedir.

Önceleri İttihat ve Terakki Fırkası içinde Sultan Abdülhamid'e karşı olan Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif sonradan duymuş oldukları pişmanlıklarını şiirleri ile dile getirmişlerdir.

Padişahım gelmemişken ya da biz,

İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz
- Süleyman Nazif

 

.

İlber Ortaylı'ya göre "Dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparator II. Abdülhamid Han'dır". [16]

"Abdülhamid'in idare tarzı azami müsamahadır. " Atatürk , Kaynak : Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı , sf 327 , Mustafa Armağan


"Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han'da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir." Prens Bismark

"Ayıp, ayıp. Bu adam 32 sene Hakan ve Halife idi. Sultan Hamid için şu söylenen, yazılan, çizilenlerin büyük kısmının yalan ve iftira olduğunu bildiğimiz halde, nasıl tahammül edip imkân veriyoruz? Bu iftira selinin yarınki muhatapları da bizler olacağız." Ahmet Rıza Bey'den Talat Paşa ve Eyüp Sabri Bey'e

Kızıl Sultan iddası, Albert Vandal adlı bir Fransız yazar tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi de, Abdülhamid'in Ermeni isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa kamuoyunda Abdülhamid'in kan dökücü bir padişah olduğu propagandası başlatıldı. İşte "Kızıl", yani kan döken Sultan lakabı bu sırada asıldı boynuna. Hadi Ermenilerin böyle demesini anladık; iyi ama bir tekini bile idam ettirmemiş olan Abdülhamid'e Jön Türkler neden "Kızıl Sultan" dediler? 1915'te yüzbinlerce Ermeni'yi tehcir ettirecek olanlar, 25 yıl önce Ermeni propaganda ordusunun neferleri olmakta sakınca görmemişlerdi. Kaynak:"Abdülhamid hakkında yanlış bildiğimiz 10 şey, Mustafa Armağan'ın 15 Şubat 2009, Pazar günü yazısı "

Projeleri 

Gerçekleştirdiği projeler

Ordu'nun Modernleştirilmesi:

1878'de Osmanlı İmparatorluğu'nun hezimetiyle sonuçlanan 93 Harbinden sonra, Sultan 2. Abdülhamid Rus Yayılmacılığı'na karşı Osmanlı Ordusu'nun modernleşmesi gerektiğine karar verdi ve bu yayılmacılıktan etkilenen diğer ülke olan Almanya ile işbirliğine karar verdi. Aralarında sonradan Müşir rütbesi verilecek olan Baron Von der Goltz komutasında bir Alman askeri heyeti İstanbul'a geldi. Von der Goltz, askeri okullarda köklü reformlar ger&